ÇILDIRMIŞ KALABALIKLARIN TANIĞI
Nedim Gürsel

Aragon "Rüyaların bizlerden oluştukları gibi bizler de rüyalardan yapılmışızdır," demişti. Akbaş'ın
resmi bu diyalektiği kanıtlamasına kendini ele verir. Gerçek ile kayıtsızlık arasındaki sıkı ilişki insandan
bir yaratıcı doğurur. Diyebiliriz ki, aynı ülke ve rüyaların bireyleri olduğumuz için bu genç sanatçının
katettiği yol ile benimki birbirine benzeşmektedirler. O, gerçekte boyamıyor, patlıyor. Bizimle
paylaşacak o kadar çok şeyi, anıları, zevkleri, heyecanları var ki! Kendini tanımladığı, "Nouvelle
figuration" (Yeni figür) önün temparamanına tam anlamıyla uygun düşmekte. Eserleriyle benzeşen
çok az ressam tanıdım diyebilirim. Akbaş, onlardan biridir; çılgın figürleri, sarı bir ışık altında yaşayan
ve tırmalayan renkleri, doğduğu ülkenin güneşini anımsatır. Kesin konturları bizi bütünüyle kişisel
mitolojisine çeker. Bu mitoloji çocukluk rüyalarından, isteklerden, insan, kadın, çocuk ve hayvan
kalabalıklarından oluşur; her şeyden önce ahlaki bir araştırmadır.
Sanatçı iyi ve kötüyü genellikle ironik bir tavırla irdeliyor fakat, bazen gülmenin boşuna saklamaya
uğraştığı trajik bir dünyanın su yüzüne çıkışına eşlik ediyoruz. Otoportrelerindeki kıvrak çizgilerin
iplerinin kendisi tarafından çekildiği anlaşılan Akbaş'ın yaratıkları, büyük bir devinim içindeler.
Kıpırdıyor, eğleniyor, eğleniyor, eğriliyor, sevişiyor ve kendilerine kötülük yapıyorlar. Söz konusu olan,
bazen, hareketin anlatmanın yerini tuttuğu, aşırı dışavurumcu dinamik bir boyadır. Her tuval bir hikaye
anlatır.
Akbaş'ın resimlerine daha yakından bakıldığında kendimizi, hala daha alışılmadık garip ışığın hüküm
sürdüğü, çılgınlık ve mutluluk yerleri olan lunaparkta ve sirkte sanarız. İşte bu ışık altında ressam
yaşamı rüyaladığı gibi boyar.
(Paris, Ağustos 1993)